Türkiye topraklarında. Şebeke gerilimi. 220 Volt. Kırk beş geçer not. Memur aritmetiği. Lojman geometrisi. Giriş kat hüznü. Merdiven altında katlanan bisikletler. Öğretmen evlerinde ucuz çay. Dönem ödevleri bizde “İnsanoğlu”yla başlar. Homo Gereksiz.

Sonra birgün. Turan Emeksiz’i öldürüp ondan vapur ve yemekhane yaptılar. Vapurun telsizini tamir ettim. Yemekhanede manitacılık yaptım. Islak bildirilere ve nane likörüne rağmen. Satıldı Tekel.

Dönüp baktım. Nasıl diye memleket. Aynı değil. Öncemiz. Çamurda çivi. Kağıtta gemi. Havada altıgen. Ancak zaman. Büyük patlamayla zor. Başka bir şey gerek. Üstelik geriye işlemiyor. Saat başka. Kolda görelilik.

Öyle hızlı sevdim ki seni. Orada benden çabuk yaşlandın.

Türkiye topraklarında. Umudun ve şiddetin sokaklarında gençler. Neşe içinde yakın tarihimizi yazıyorlardı. Seksen yılının on dokuz Mart’ı. Erdal’dan çocuk olmaz deyip astılar. Katili Marmaris’teki yazlığında ülkeyi siyaha boyadı. İnsanlar önlerini göremeyince yürümeyi bıraktılar.

Kargaların sesi çirkindi. Her zaman olduğu gibi. Doğruyu söylüyorlardı. Ardından üstümüze bir Uğur’suzluk çöktü. O yıl Temmuz’u bile yaktılar. İçinde 37 insan vardı. Memlekette herkes küçüldü. Küçücük kaldı.

On iki yıl yaşamıştım. Kadıköy’de metro yoktu. İstesen de beni orada bırakamazdın. Seni tanımıyor, kalp yetmezliğini hastalık sanıyordum. Yoksulluğun kurtulmam gereken bir şey olduğunu bilmiyordum.

96’ BirMayıs’ı. Önümde vuruldu dört kişi. Yokuştu. Koştuk. Boğaya boğaya. Sonra dolmuş geldi bindik. Gittiğimiz yerde bize pirinçten pilav yaptılar. Taşlarını cebimize doldurduk. Kimseye söylemedik.

Kahvaltıda yağ yeniyordu. Yenir. Paten kayan kızlara aşık olunuyordu. Olur. Ama okul. Resim defterlerinde, çeyrek güneş altında çocuklar. Kürsüde sallanan bir parmak. Edebiyat dersinde elli santimlik cetvel. Disiplinler arası dayak. Orda dur. Öğretme bırak. Tarih hesap versin!

Şans beklemiyorduk. Bir şeylerin değişebileceği inancıyla büyümüştük. Ve denedik. Taksim’in parkında. Sekiz eksikle Mayıs’tan Haziran’a geçtik. Gözlerimizi yaşartamayınca on beş yaşında bir oğlanı kucağımıza verdiler. Dokuz ay uyudu Berkin. Sonra büyümeyi bıraktı.

Yalnız değildi dünyada. Büyümeyi bırakan başka çocuklar da vardı. Köpüklü dalgaların ve kum tanelerinin arasından. Kırmızı tişörtleri ve ıslak ayakkabılarıyla. Ne karaya vuran balinalar. Ne intihar eden yunuslar. Yüzyılımızın ilk yarısında. Otuzlu yaşlarda olmak. Utanç verici bir hal alıyordu. Dünya Aylan’ı yüz üstü bıraktığında. Kırmızı tişörtünde. İngiliz dilinde. “İstilacılar” yazıyordu.

Bir zamanlar Ceyhun Atuf Kansu. “Deneyerek söylüyorum” diyordu. Ve deneyerek söylüyordu. Bizler de birlikte. Dilimizde eski bir halk şarkısı. Bombalar hiç bir işe yaramaz diyor, kalplerin attığı yerde.

Türkiye topraklarında. Hatırladığım kadarıyla. Şebeke gerilimi 220 Volt. Çarpar. Baş ağrısı ve sersemlik yapar. Tuzaklar kurulur. Bombalar patlar. Halatlar kopar. İşçiler düşerken. Ölüler paylaşılır. Haklılar artar. Tabutlar küçülürken. Akşam yemeğinde sonik patlamalar. Tanklar. Toplar. Tüfekler. Degav! Degav! Yanlış masallarda yanlış kahramanlar. Yanlış saatler. Günler. Yanlış bile yanlış yerde.

Share on FacebookTweet about this on TwitterShare on TumblrPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedInPrint this pageEmail this to someone