Çıldırmamak için dışarı çıkmak.

Evde kalmanın daha emniyetli olduğu söyleniyor. Acelesi olanları, koşup çarpışanları engellemek çok tehlikeliymiş. Onlara ısrarla istedikleri yeri vermek için ortadan kalkmak, onlar için yok olmak gerekirmiş. Hep önde gider onlar, hattâ çoktan vardılar. Her zaman böyle. Öyleyse kıpırdamak, ayakta kalmak için, tehlikeyi unutmak için birkaç adım atmak. Mekânı hiçe saymak. Şimdiki zaman bilincini yitirmek için dışarı çıkmak. Bedenin kıvrımlarında gizlendiği zaman aşılmaz hale gelen, giderek çoğalan sinsi mesafeleri katetmek.

Mesafeleri aşmak için, rahatsız edeni görmemek için konuşmak.
Kör olmak için konuşmak. Yürümeye koyulmak ve görüntüleri adımların temposunda topallatmak, gitgide daha hızlı dans ettirmek. Okunmaz, kargacık burgacık bir karalamaya dönüşene kadar. Bedenle birlikte sürüklenen yeryüzünün ağırlığını unutmak. Bütün gücüyle asılıyor tabana yer. Binlerce yıldır kıtalardan, denizlerden, kök

salmış ağaçlardan tuttuklarıyla yüklü. Binlerce öyküyle, düşmüş, karanlıklara gömülmüş bedenlerle yüklü.

Yeri var gücünle itmeli ki bedenine çarpmasın. Yutmasın onu. Her adımda, bedenin cansız bölümlerinde daha da ağırlaşıyor yer. Bedenin içinden geçip, ağırlık merkezini yavaş yavaş kaydırıyor. Beden, ekseni üstünde dengesini bulmaya çalışıyor. Çözülmez biçimde birbirine dolaşmış bir sürü ipliğe asılı bir sarkaç gibi düzensizce sallanıyor, dengesini korumak için gidip geliyor.

Tabanların altında yer sanıldığından daha güçlü. Karşı konulmaz bir çekim. Kendini bırakıp düşmek. Bedenle birlikte düşen her şeye sarılmak. Bedeni arzulayan bu toprağı okşamak. Ölmek. Ölmekten korkmak. Çünkü bilinmeyen her şey vahşidir. Öyleyse yaşamak, yeniden ayağa kalkmak.

Çıldırmamak için eve dönmek.

Share on FacebookTweet about this on TwitterShare on TumblrPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedInPrint this pageEmail this to someone