Bu tüfek var ya, babamın dedesinden yadigâr.

Güzelmiş sahiden. Geyikli halının üstünde de başka duruyor. Kimden geldi?

Kardeşim geçen yaz getirdiydi. Yıkılan dede evinden benim payıma düşmüş. Aldım, öptüm, oraya astım.

Gıcır gıcır. Tahtası, nikeli, deri askısı. Namlusu ayrı güzel. Otur karşısına, kız gibi seyret.

Öyle. Büyük dedemiz Sultan Hamit paşalarından birinin emir eriymiş. Paşayla Paris’e gittiğinde hediye edilmiş. Bak, orasında PARIS yazıyor. Kalk gözlüğünü tak da bak, yazı nasıl güzel işlenmiş metale.

Harikaymış gerçekten.

Bir hikâyesi var bu tüfeğin.

Biliyorum, Çehov’un silahı mevzusu..

Bırak espriyi… Acı bir hikâye bu…

Ağlayacak gibi konuşuyorsun, çok mu ciddi…

Bu tüfeğin müthiş bir geçmişi var. Orada durdukça anıları diri tutacak. Kız gibi dedin ya, ne kadar doğru…

Bir sigara yak da anlat hadi.

Sigarayı bıraktım çoktan. Dumansız tarafından anlatayım. Büyük dedem İstanbul’dan bu tüfekle dönmüş. Bir çeyiz gibi bohçalayıp getirmiş, iki parça halinde. Aslında pek ilgisi olmadığı halde sırf bu tüfek yüzünden ava merak sarmış.

“Bu tüfek” demeden anlatsan… Bir de parmağınla göstermene gerek yok…

Haklısın, çocuklaşıyorum tüfeğin karşısında, regression işte… Gülme, gerçekten öyle! Büyük dedem Köy Odası’na bile silahıyla –gülmesene, “bu tüfek” dememeye çalışıyoruz işte– bu silahıyla gidermiş. Rahmetli gösterişçiymiş bayağı. Bir kış günü, kar tipi dinlemeyip teke avına gideceğim diye tutturmuş. Gidiş o gidiş. Ölüsünü aramaya bile çıkamamışlar. Ta ki baharda sürüler dağlara çıkarılana kadar. Tüfeği bir çoban bulup getirmiş.

Nerde bulmuş?

Önce kayalıklı bir uçurumun dibinde cesedi görmüş. Tüfeği de yukarıda bir mağarada bulmuş.

Cesetle tüfek niye ayrı yerlerdeymiş?

Mağaraya sığınmış diyorlar. Orada donmuş. Karlar eriyince aşağı yuvarlanmış. Öyle anlatılıyor. Uçurumun dibindeki kayaların arasına çekmişler. Yer kazılamadığı için cesedin çevresine duvar örmüşler, üstüne de kumlu çakıl doldurup kayalardan bir kümbet yapmışlar. Bu olayı öğrendikten sonra bir kez gidip gördüm ben de. Görkemli, anıtsal bir görüntüsü vardı sahiden.

Benim de öyle mezarım olsun isterdim. Ayak basılmamış sarp bir yerde…

Bu olaydan sonra oraya, sanki alay edercesine, “Paris” demiş köylüler. Bu tüfeği suçlamışlar hep. Ne zaman bahsi açılsa, “Paris yüzünden canından oldu adamcağız” derlermiş.

Nasıl da anlattıklarınla hiç ilgisi yokmuş gibi masum ve sessiz duruyor değil mi?

Öyle, dili olsa da anlatsa, derler böylesine. Burada, sıkıntıdan patlıyor gibi geliyor bana.

Share on FacebookTweet about this on TwitterShare on TumblrPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedInPrint this pageEmail this to someone