Çok roman hiç romandır!

 

Orhan Duru’nun yıllardır beklediğim Az Roman’ı nihayet yayımlandı!

Orhan Duru’nun dostu, yoldaşı, asistanı Burak Fidan ile yıllar öncesinden, Az Roman’dan tadımlık birkaç parça kitap-lık dergisinde yayımlandıktan sonra tanışmıştım. (Bilenler bilir; Burak Fidan, edebiyatımızın gizli karakterlerinden ve emekçilerinden biridir. Orhan Duru’nun arşivinden seçme yazıları da Roman Medyadan Önce Gelir başlığıyla yakınlarda biraraya getirdi.) O zamandan beri heyecanla bekliyordum tüm metni okumayı.

Orhan Bey’in Burak’a dikte ettirerek yaz(dır)dığı Az Roman’a Burak nihayet son halini verdi ve artık masamızda. Yaklaşık iki yıl boyunca, pasajlar halinde yazılan bu yapıt, Orhan Duru’nun son iki yılının da fantastik bir güncesi aynı zamanda. (Bir sohbetimizde, Az Roman için “fantastik günce” deyişimi çok sevmişti Burak. Kimbilir, yeni bir türün ilk eseri neden olmasın?)

 

“Romanımız azdır abiler!”

Az Roman’ı neden mi bunca hevesle bekledim? Kitap-lık’ta okuduğum o pasajların beni vurmasında iki ayrı neden vardı. Öncelikle, Orhan Duru’nun önceki eserlerinden bildiğimiz üslubundan, dilinden farklı bir ses ve yapı vardı. Hemen her yazar, yıllar içerisinde, kendi üslubunu edinir, onu geliştitirir. Kimi zaman da bu gelişim, giderek katılaşma halini alır. Yetmiş küsur yaşındaki bir yazarın, farklı bir sesle çıkagelmesi, edebiyat tarihinde pek de alışıldık bir olay değildir.

Bunun yanısıra, roman türünün (yahut Jale Parla Hoca’nın belirttiği gibi, bir edebî “mod” olarak romanın) bugün Türkiye’de geldiği nokta ve yarın varabileceği alanlar açısından önemli doneler sunuyor Az Roman:

“Biz Az Roman yazıyoruz. Çünkü daha önce Az Roman bile yoktu. Şimdi yavaş yavaş az da olsa romanlar ortaya çıkacak. Belki de yastık altına konulan paralar gibi gizli dolaplarda saklanacak. […] Roman da gizemli ve anlaşılmaz bir efsane biçimini alıyor. Bunu hiç unutmayalım. Az Roman yazmak az buz bir şey değildir. Az Roman yazmak yazboz tahtası da değildir. Az Roman yazmak edebiyatı yoğunlaştırmak demektir. Az Roman yazmak çoğunu unutmak demektir. Ama ne yazık ki Kuzey Irak’ta savaş acımasız bir biçimde yürüyor ve El Ambar eyaletinde cesetlerden geçilmiyor.”

Yaratıcı yazarlık kursları, çoksatan listeleri vs. derken, hem dünyada hem Türkiye’de edebiyat, piyasanın günübirlik isterlerine fena halde kendini bırakmakta. Edebiyat, her zaman olduğu gibi, en geniş anlamıyla “her şey”den etkilenir ve bunu yansıtır; ama bu etkilere “teslim olan” bir edebiyattan Tanrı’nın bizi korumasını da bekleyemeyiz. Korusun tabii ama nasıl:

“Biz de bu sessizlikten faydalanıp çalışmalarımızı ilerletmek ve bir Az Roman yazmak istiyoruz. Bunu duyan gazeteciler Burak’a telefon edip ne anlatacaksınız diye soruyorlar. Ben uzaktan ‘Romanımız azdır abiler!’ diye bağırıyorum ve gereksiz mercilere gerekli açıklamamızı yapıyoruz. Esinimizi Cervantes ve Joyce’tan aldığımızı, her an her şeyi yapabileceğimizi, bizden korkmaları gerektiğini söylüyoruz. Çıtayı yüksek tuttuğumuz için Tanrı bizi korusun!”

 

“İnsan aldanır, mide asla”

Geçen ayki “‘Plastik’ yemeyi çoktan öğrendik” başlıklı yazımda Ursula Le Guin’den uzun bir alıntı yapmıştım. O alıntının sonunda şöyle diyordu: “Çocuklar büyük miktarlarda çöp yiyebilirler (onlar için iyidir de bu) ama yetişkinlerden farklıdırlar; daha plastik yemeyi öğrenememişlerdir.”

Ve o yazıdan birkaç hafta sonra Orhan Duru’dan şu cümleleri okumak:

“İnsanlar daha ucuz olsun diye az pilav ve az kuru yerdi. Böylece yarı fiyatına bir öğün yemek çıkmış olurdu. Az Roman deyince bizim de aklımıza buradaki azlık geliyor. Lokantanın duvarında büyük harflerle şu yazılıydı: İNSAN ALDANIR, MİDE ASLA.”

Plastik yemeyi, evet, çoktan öğrettiler bize ama bu yavan dünyada daha neler öğreniyoruz ki hayatta kalabilmek için. Aldanmayan mideler için, az romanlar okumalı: “Bildiğiniz gibi Az Roman okumak az buz bir şey değildir. Ben uğraşacak değilim. Çünkü ben biraz tembel bir kişiliğe sahibim. Biraz Oblomov’um biraz da mujik.” Yazarların içine düştüğü rehaveti söylerken, okurların da yüklü kısmının sorgu sual etmeden kabullenen bir halde olduğunu söylemeden geçmemek gerekir. Orhan Duru’nun humor içinde dile getirdiği bu noktayı atlamamakta fayda var.

 

Kıyak Otel’e uyanmak

Orhan Duru ve Burak Fidan’ın yaşadıkları ev, Kıyak Otel olarak adlandırılıyor eserde. Hem Burak için bir “kıyak”tır burası; hem de Burak’ın varlığı, Orhan Bey’in yalnızlığına çekilen bir “kıyak”tır. Buna ek olarak; elbette Az Roman’ın kendisi de okur için bir “kıyak”tır.

Romanın yazılış hikâyesini özetlediği “Hazırlayanın Notu” yazısında Burak şöyle diyor:

“Her şey azar azar Az Roman’a ekleniyor. Azlık çok önemli. Neden Az Roman? ‘Bilmiyoruz da onun için’ diyor. […] Yaşamının sürüklendiği yerdeki az’lığı yazarak aşmaya, kırmaya çalışan büyük bir yazar yanı başımda duruyor. […] Anlıyorum, sonsuzlukla örülmüş bir yapıyı, belki de bir roman yapısını gündelik yaşama ekliyor bu adam.

“Az Roman, yazarı tarafından tamamlanmış bir roman mı? Bu sorunun yanıtını Orhan Duru’nun zengin düş gücünde aramak gerekiyor. Düşünün ki bu adam, gerçekliğin de, düşlerin de üzerine sıçrayarak, yarattığı roman kahramanına, bana, ölümünden sonra romanının kaderini bıraksın. Böylece kendi yarattığı roman kahramanı yapıtını tamamlasın.”

 

Zirve noktası?

Orhan Bey’in vefatıyla tamamlanmak zorunda kalan Az Roman, sanatla (ölüme) direnmenin en kıymetli belgelerinden biri. Sait Faik Abasıyanık’ın “Yazmasam deli olacaktım” sözünü hakir gören “yaratıcı” yazarlarımızın anlayamayacağı; metniyle, edebiyatla kurulan varoluşsal bağın göstergesidir bu eser.

50 Kuşağı yazarlarından Orhan Duru’nun Az Roman’ı bu kuşağın edebiyatımıza katkısını bir kere daha hatırlatıyor. Az Roman, 50 Kuşağı’nın verimleri içerisinde zirve noktasını işaret etmektedir, dersem sanırım abartmış olmam.

 

Az okur…

Az Roman’ın “Roman, hikâye nasıl yazılır diye yaratıcı yazarlık kurslarına giden yazarları değil, içindeki kimyaya teslim olan cesareti arıyoruz” diyen yeni bir yayınevi (Raskol’un Baltası) tarafından yayımlanmış olması ise eserin yayınevini bulduğunun göstergesi.

“Yaratıcı” mekanizmalarla her gün bilmemkaç roman yayımlanıyor Türkiye’de. Bu sayede yayıncılık da bir “sektör” halini alabiliyor. Oysa Jose Saramago’nun işaret ettiği gibi, iyi okur olmak, dünya tarihinin hiçbir döneminde yaygınlaşmadı, yaygınlaşmayacak da. Yazıyı kapatmak üzereyken, Orhan Duru’nun “çok roman”larla nasıl kafa bulduğuna bakalım: “Az Roman giderek çoğalıyor. Şimdi değilse bile gelecekten umut var. Az Roman günün birinde çok roman olabilir. Zaten bu günlerde roman çok çoğaldı. Öyle ki romandan geçilmiyor piyasada. Bir gizli nedeni olmalı bunun.”

Az Roman’dan konuşmaya başlayınca, kendimi durdurmam pek kolay olmuyor ama bir şarkıyla kapatalım en iyisi. Teoman’ın bir şarkı sözüne selam vererek:

Çok roman hiç romandır oğlum, yavan gerçekliktir okunan, yaşanan…

 

Mesut Varlık, Taraf, 14 Aralık 2012.

Share on FacebookTweet about this on TwitterShare on TumblrPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedInPrint this pageEmail this to someone