Cazroman kendine benzemeye çalışır. Armoniyi esas alır. 

Enstrümanlarının çakımlarıyla beslenir. Bir dağılır bir toparlanır.

Evde kalan ölür.

Bildiğim tek Çingene atasözü

 

1.

 

İçerden Lale’nin sesi geliyordu:

 

“Buraaak! Kelebek vizesi çıktı, hiçbir yere gitmiyorsun”

 

İyi ki yanımda Eda vardı. Bırak başkasını, kendime bile inandıramazdım.  Mutfaktaydık. Çay servisi yapıyoruz. Gece Lale beni evden kovmuştu, üstelik beraber yaşamaya başladığımızın ilk günüydü. Sabah İzmir’den geldim, gece kovuldum. İstanbul’a uyanamadan İzmir’e dönecektim. Kanepede boylu boyunca uzanıyordu. Dudağında bir kelebek. Hiç kıpırdamıyor. Benim İstanbul vizem!

 

İzmir’de kendi evimin salonunda uzanmış, sabahın çok erken bir saatinde Constantinopolis’e Uyanmak’ı okuyorum. Lale bana iyi geliyor. Şiir bana iyi geliyor. Melankolinin bilmem kaçıncı haftasıydı. Her gün uyandığım bu evden sıkılmışım; bir divan ve küçük bir kütüphaneden oluşan 4 metrekare odamdan, geceleri uykusuzluktan erken emekliler gibi saboları ayağıma geçirip Buca’nın eski Rum sokaklarını yürüyerek her şeyden uzaklaşmaya çalışmaktan, her sabah “korkma bir baltaya sap olacağım anne” performansından sonra gittiğim aynı kafelerden, aynı insanlardan, aynı dedikodulardan, aynı kitaplardan, aynı yazarlardan, parasızlıktan, işsizlikten, hayatsızlıktan, 70 numaralı otobüsten, çay bardağı yıkama nöbetinden, aynı tavla arkadaşlarından, her gece çimlere uzanıp ayrı tiplerle ama aynı konularla gökyüzüne dalmalardan, iki şişe biralardan, bir üçlü kâğıtlarla Radiohead’ten…

Sıkılmıştım.

 

Gülten, salonda kanepenin üzerinde uyuyor. Kör bir saat. Ben Lale’nin şiirini okuyorum. Birazdan İstanbul’a uyanacağım.

 

“Yanı başında bir cep saati var. Neden bu kadar genç, neden bu kadar kayıtsızsın?”

 

İsimsiz şiirler yazdığı ve yönetmenlik yaptığı dışında hiçbir şey bilmiyorum onun hakkında. Karşısındaki koltuğa oturmuş Lale okuyordum. Peşinden sürüklenip gidebileceği aşkı arayan birine benziyordu. Ben de ona benziyordum. Bu yüzden iyi anlaşıyorduk. Telefonu çalmaya başlayınca uyanır gibi oldu.

 

“Telefonumu uzatır mısın?”

 

Gözlerim ekrana kaydı. Ekranda Lale Müldür yazıyor. Mümkün mü bu? Tam da bu saatte Lale’nin şiirini okurken?

 

“Şimdi onun şiirini okuyordum, bunu hemen söyle ona”

 

“Lale hanım, şu an erkek arkadaşım sizin şiirinizi okurken…”

 

Lale telefona beni istedi.

 

“Janım, ben başka bir Gülten’i arıyordum aslında. Bir yanlışlık oldu. Bana böyle şeyler boşuna olmaz. Demek seninle tanışmamız lazımmış. Hemen bana gel”

 

O sabah Lale’nin telefonunu edinmiş oldum. Taşrada cep telefonunuzun rehberinde Lale Müldür gibi birinin olması çok havalıdır. Tahmin edemeyeceğiniz kadar çok. Telefonda kurduğumuz bir dil vardı: “durum dili”.

 

Durum dili, çok basit kodlarla kurulmuş bir dildir. Samimidir. Duygu yüklüdür. Kişiselliği yılışık değildir, can sıkmaz. Entelektüel zaafları yoktur, ezmez. Yalana izin vermez, sahicidir ama hayal gücüne olanak tanır. Saçmayı kucaklar, tutarlıdır. Ani’dir, merak uyandırır, sürprizlerle doludur, her zaman gülümsetir.  Kavgaya izin vermez. Konular görece değildir. Kavramları yoktur. Sürtüşemez, inatlaşamaz, ayrışamazsınız. Anlaşmazlık ya da anlaşamamazlık yoktur. Sadece durum vardır. Şöyle ki:

 

“Alo. Lale, Merhaba. Durum şöyle: Alçak bir gökyüzü, hafif bir rüzgâr var. Karşı masada canı sıkılan güzel bir kız oturuyor. Arada beni kesiyor. Kendini çok beğeniyor ama özgüveni yok gibi. Yanına gidersem beni tersleyecek. Çay içiyorum. LM’nin mavi paketi bugün çıktı, fena değil. Sende durumlar nasıl?

 

“(Önce bir kahkaha) Bendeyse Janım, durumlar şöyle: Alabildiğine açık bir gökyüzü. Karşımda Ayasofya var. Kalbi kırık bir genç kıza benziyor. Kaloriferler yanmıyor. Annemi düşünüyordum. Üşüyorum. Balkonun parmaklıklarında beyaz bir martı var. Hiç üşüyor gibi değil.

 

Zamanla, bu durum dili kendi sınırlarını çizerek gelişmişti. Durum diyaloglarımız, her seferinde daha fazla gözleme dayalı, duygu aktarımı daha yoğun olmaya başlamıştı.  

 

“Lale. Durum şöyle: Kıbrıs Şehitleri’nde bir bankta oturuyorum. İnsanlar sürüler halinde önümden geçiyor. Gözlerimi kapatıp sesleri dinliyorum. Yalnızım. Karşı kaldırımda siyah bir köpek karnını yalıyor. Ona özeniyorum. Tam şu an, caddenin ışıkları yandı. Her şey biraz daha hafif.”

 

Sanırım, bu dil Lale’yle aramızda tuhaf bir arkadaşlık başlattı. Şiirini sevip okuduğunuz bir şairle bir düzeyde yakınlık kurup arkadaş olduysanız, söz konusu şairin şiiri size daha önce söylemediği şeyleri söylemeye başlar. Lale’nin şiirinde sevdiğim o uzak bakışın aramızdaki durum diliyle birinci dereceden ilişkisi vardı. Bunu, herhangi başka bir şairin şiirini okuduğumda, bana dünya ve insan hakkında verilen yeni bilgileri yorumlarken daha iyi anlıyordum.

 

Ankara’dayım. 15 dakika sonra bir telefon gelecek ve kötü bir şey yapacağım. Hem istiyorum hem de istemiyorum bu kötü şeyi. Elleri çok güzel. Parmaklarımı öpüyor. Benden on yaş büyük. Bana bir sikke uzatmış, ben onunla bir uygarlık hayal ediyormuşum. Bunu duyduğumda on yaş büyüyorum. Her gün yazışıyoruz. Saatlerce yazışıyoruz. Yazışarak konuşuyor, yazışarak sevişiyor, yazışarak korkuyor, yazışarak hayal ediyoruz. Birtakım tuhaf fizikçilerin sanal konuşma odalarında buluşuyoruz. Onun konuları Kuantum, torus ve frektal geometri. Önce olasılıkları düşün, sonra imkansız olanı, sonra her küçük parçayı bütüne eşitle!     

 

15 dakika sonra çocuğunun bakıcısı evden ayrılacak, telefon edecek, beni çağıracak, 15 dakika sonra yazışarak değil dokunarak sevişeceğiz. Evli olduğunu on beş dakika önce öğrendim. 15 dakika geçsin istemiyorum. Heyecandan kolumdaki saatin tik taklarını duyuyorum, 15 dakikanın içinde bir aşağı bir yukarı yürüyorum. Yanıma beyaz bir Hyundai yaklaşıyor. İçinden otuzlu yaşlarında, esmer, yarı kel bir adam, elinde bir fotoğraf makinasıyla yanıma yaklaşıyor.

– Affedersiniz, Ankara’da taksilere gelen zamla ilgili bir soruşturma yapıyoruz, bu zam sizi nasıl etkiledi?”

– Ankaralı değilim, öğrenciyim ve taksi kullanmıyorum.

– Teşekkürler. Nerelisiniz, adınız ne?

– İzmirliyim, adım Burak…

 

Elindeki not defterine söylediklerimi yazdıktan sonra fotoğraf makinesiyle fotoğrafımı çekip hızlıca Hyundai’ye atlayıp gazladı. Ne olduğunu, ne olabileceğini arkasından bakarken düşünmeye başladım. Taksi zammı için bir soruşturma! Hem de fotoğraflı! Üstelik sadece benimle! Takip ediliyorum. Bir dedektif tarafından. Kocası! 15 dakika içinde kendimi bir kara filmin içinde bulmuştum. Tam o sırada telefon çalıyor. O. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Olan biteni olduğu gibi anlatıyorum. Bana şöyle diyor:

 

“Tüm bunlar gerçek değil. Senin hayal gücün. Sana evli olduğumu daha önce söylemeliydim. Özür dilerim. Ankara’da taksiye zam gelmedi. Dedektif falan da yok. Bu kocamın tarzı değil, paranoya yapıyorsun.”

 

Devamını dinleyemeden telefonu kapattım. Kapatır kapatmaz telefonum bir kez daha çalmaya başladı. Bu kez arayan Lale Müldür. Beni ilk defa o arıyor.

 

“Lale Müldür!”

 

“Janım, durumlar nasıl?”

 

“Şu an Ankarada’yım, aşık olduğum kadının kocası bir dedektif tutmuş, bizi takip ettiriyor, birazdan kadının evine gideceğim, çok korkuyorum.”

 

“Bırak şimdi Ankara’yı, hemen atla bana gel.     

 

İlk otobüsle İstanbul’a…

 

Lale, pandomimcilerin o beyaz pudralı makyajıyla kapıyı açıp gözü dönmüş bir kahkaha fırlattı yüzüme. “Hoş geldin İsa!” İçerde Leonard Cohen çalıyor. “Suzanne”. “Onunla seyahat etmek istersin/Onunla gözün kapalı seyahat etmek istersin/Ve onun yarı deli olduğunu bilirsin.” Maninin hızıyla konuşuyordu. Gözlerini takip edemiyorum. İşte Zulkarneyn’in boynuzları Süleymaniye’nin minarelerine dönüşmüştü. Ayasofya ağlıyordu. Bir kıyamet provasında İsa fantezileriyle dans ediyorduk. Dil parçalanmış, beden parçalanmış, kalp parçalanmıştı. Melankolinin kahkahaları içinden şiir ya da şiire benzeyen bir şey ekstazi hızıyla patlıyordu. Konuşmalar yaptık, bakmalar yaptık, susmalar, içmeler, susamalar yaptık, anlatmalar, dinlemeler, benzetmeler, sanmalar yaptık. Arayışlar, buluşlar, oluşlar, izlemeler, anlamalar yaptık. Sigaralar yaptık. Lapsang Shung thu çayı yaptık, Ahmed çay ve koyu Türk çayı yaptık. O her şeyi şiirle yapıyordu ya da yaptığı her şey şiire benziyordu. Gözlerini gözlerime saplamış, beni bana bakıyordu. Onunla kör seyahat edebileceğim biri, evime bir daha dönmek istemeyeceğim yabancı bir ülkeye çağırıyordu beni.

 

“Ben böyle güzel geceleri Kuran okuyarak kutlarım, bekle geliyorum şimdi.”

 

Birazdan beyaz bir baş örtüsüne sarınmış olarak geldi. Yüzünde hâlâ pantomim makyajı, gözlerinde mor farlarla karşıma geçti.

 

“Rasgele bir sayfa açıp okumaya başlayacağım, bu tarz okumayı ben bulmadım, bir tarikat ehlinden öğrendim.”

 

Gözlerini kapatıp birkaç saniye sayfaları sürüdü, bir yaprağı iyice açtı.

 

“Kadir suresi çıktı!”

 

Okumaya başladı.

 

“Kadir, mevki, şeref, değer, azamet manalarına gelir. Biz Kuranı indirdik Kadir gecesi. Bilir misin nedir Kadir gecesi? Bin aydan daha hayırlıdır Kadir gecesi. O gece rablerinin izniyle ruh ve melekler her türlü iş için iner de iner. Artık o gece, bir esenliktir gider, ta tan ağarana kadar.”

 

Sanki kendi şiirini okuyordu. Mistik bir el aklımı kurcalamaya başlamıştı. Bir süre aralarında bulunduğum cemaatleri, tarikatları, partilerin gençlik kollarını, ışık evlerini, ensar ve muaviyye odalarını, Nakşibendi yurtlarını, Süleymancı dershaneleri, nurcu kamplarını, Hakyolcuları, zikir meclislerini, teheccüh gecelerini, tefekkür akşamlarını, cezb seanslarını düşündüm. Yarım yamalak öğrendiğim tüm islami bilgiler bir şairin sesinde param parça oluyordu.

 

“İşte mükemmel denge: Sanatçı ve insan. İkisi de dibi boylamışlar. Yaşam mı, güzellik mi bu?”

 

Lale’nin okuması biter bitmez telefonu çaldı, birazdan tan ağaracaktı.

 

“Mehtap. Derhal bana gel. Seni serseri ve kaçak biriyle tanıştıracağım.”

 

Çok geçmeden Mehtap geldi. Astrolog. İçeri girer girmez, Kadir geceniz mübarek olsun, dedi. Lale bir kahkaha daha patlattı.

 

“Gördün mü, Kadir gecesiymiş bugün, İsa bizi nişanladı, artık hiç ayrılmayacağız!”

 

Sabahında ayrılmak, İzmir’e, kendi Truman Show’uma dönmek zorundaydım. Kafamda bir Bizans gecesiyle evime varmıştım, aklımda tek bir şey vardı:

 

İstanbul!

Share on FacebookTweet about this on TwitterShare on TumblrPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedInPrint this pageEmail this to someone