Söyleşi: Ahmet İnce – Murat Hocaoğlu

 

‘Anlatının Günceli, Güncelin Anlatısı’ notuyla kitaplar yayınlayan Raskol’un Baltası yayın dizisi, birçok yeni yazarla tanıştırdı okurları. Ahmet İnce’nin ‘Yücelme’ adlı kitabı da bu diziden çıkan bir ilk roman. Kitabı önce, dizinin editörlerinin ifadeleriyle tanıyalım: “Hayat herkese cömert davranmaz. Cömert davranmadığı zaman da insan, hayatın hayhuyundan ve maddi dertlerinden uzaklaşıp yücelme ihtiyacı duyar. Yücelme, sıkı bir öfke romanı. Urfa’da başladığı cinayetlerle kendine bir yücelme ve arınma arayan Kadri Maraz’ın polisiye kılığına girmiş psikolojik serüveni. Kendini bir adalet savaşçısı olarak gören bir katilin hikâyesi. Yücelme’yi yazdığında Ahmet İnce henüz Suç ve Ceza’dan başka hiçbir kitap okumamıştı ve İgdaş’ta işçi olarak çalışıyordu. İlk kez tanışacağınız Ahmet İnce için bu ilk romanı, tıpkı kahramanı Kadri Maraz gibi yaratıcılık yoluyla elde edilen bir adaletin ve yücelmenin aracı olacaktı. Yücelme, benzersiz bir yazardan benzersiz bir kitap.”

ahmet_ince

 

‘Yücelme’ ilk romanınız… Yazdığınız ilk metin mi, bu kitaba kadar neler yazdınız?
Şimdiye kadar sadece internet üzerinden yazıyordum.   İnterneti keşfettiğim 2003’ten, yani 17 yaşımdan beri sürekli yazıyorum. Amatör siteler açtım, siyasi yorumlar, makaleler yazdım, müstear isimlerle… Ama başarılı olamadım. Roman işi, benim yazın dünyamda ilk ciddi bir hamle.

 

‘Raskol’un Baltası’ dizisinden çıkmış olması da dikkatleri üzerine çekiyor kitabınızın, çünkü bu kitap dizisi farklı bir çizgi izliyor. Sizin yolunuz bu yayınevi ile ve bu kitap dizisinin idealleriyle nasıl karşılaştı? İlk kitabınızı yayınlatmış olmanın duygusu ve bu süreçte yaşadıklarınızla ilgili neler söylersiniz?
Benim yolumun Raskol’un Baltası ile karşılaşması ilahi bir tesadüf. Burak Fidan ile askerde karşılaştım. Nizamiye Karakolunda görevliydim. İki yıl önceydi. Can sıkıntısı ve bunalımdan kendi kendimi yazıya verdim. Yani şimdiki Yücelme’nin ilk nokta vuruşları… Herkes, “Ahmet roman yazıyor” demeye, alayda adım duyulmaya başladı. Komutanlarımdan biri, beni Burak Fidan ile tanıştırdı, “bu arkadaş editörlük yapıyor, tanışırsan faydası olur” diye. O ilk günlerden bugüne Burak’la aramız baya kavgalı geçti. Çünkü ben arıza biriydim ve istediğim herşeyin hemen olmasını istiyordum. Sabrım yoktu. İlk kitabımın yayınlanması ile ilgili duyguya gelince, zaten Veli Ventura, romanın bir yerinde bu sahiplenme duygusuyla ilgili fikrini veriyor; mealen: neye sahip olursan ol, manyetik etkisi damarlarında sadece bir gün kalır. Ondan sonra her şey normale döner. Benim içinse bir gün bile yoktur. Burak, “kitabın basıldı” diye bana telefon ederken, kitabımı ilk elime aldığımda bile duygularımda hiçbir değişme olmadı. Artık hayatta beni heyecanlandıracak hiçbir şey yoktur. Belki aşk olabilir ama ben hiç hayatımda âşık olmadım.

 

Biraz sizi tanıyabilir miyiz? Edebiyat, yaşamınıza nasıl ve hangi kitaplarla girdi?
Ben, Suç ve Ceza ile tanışana dek, edebiyatla sadece ilkokulda adlarını hatırlamadığım kitapları okurken ilgiliydim. Suç ve Ceza ile hayatımın en kötü bir zaman diliminde tanıştım ve beni müthiş sarstı. Özellikle Marmeladov’un birahanede kendi hikayesini Raskolnikov’a anlattığı bölümü okurken, odada ağlama sesim diğer odalara gitmesin diye kalkıp kapıyı kapattım. Çünkü kendi kendimi okuyordum. Ondan sonra benim için edebiyat ve roman bir tutku haline geldi. Ama yaşam koşullarım nedeniyle çok kitap okuyamıyorum. Suç ve Ceza’yı 2009’da okudum. O tarihten bu yana toplasan elli kitap bile okumadım.

 

Nerede yaşıyorsunuz, yazmak dışında neler yapıyorsunuz?
Aynı Kadri gibi bir ayağım Urfa’da, bir ayağım İstanbul’da. Çok farklı mesleklere ve işlere girip çıkıyorum. Yazmak dışında zaman zaman spor ile ilgilenirim. Fazlası yok. Çok asosyal biriyim.

 

‘Yücelme’, kahramanınız Kadri Maraz’ın işlediği cinayetler hakkında bir roman mı? Ya da onun ihtihar etmek için cesaretini toparlamasının hikâyesi mi?
İkisi de değil. Yücelme, amaçsız ve inançsız, boş bir toplumda idealist bir insanın, yaşamın adiliğine isyan etmek için kendi bedenini feda etmesini konu alan bir romandır. Yine bir seri katilin psikolojisinden dünyayı yorumlamak da denebilir. Ya da, insanı cinayete iten nedenlerde başka insanların günahlarını anlatmak da denebilir.

 

İntihar edecek kadar yetkinleşmediği için cinayet işlemek… Birbiri ardına öldürmek… ‘Yücelme’k..  Siz  kahramanınızın ölmek ve öldürmekle ilgili, kafasının nasıl çalıştığını söyleyebilirsiniz?
Kahramanımız, çok dindar bir geçmişe sahip olduğu için içindeki Allah inancıyla her zaman yüzleşiyor. Fakat nefsin ikiyüzlü bir adalet anlayışı vardır. Mesela, ülkemizde nikahsız cinsel ilişkiye girme oranı, içki içme oranından çok daha fazla. Nedenine gelince, dini inanca sahip biri, canı içki çekmediği için hiç bu günaha girme gereği görmüyor. Ama cinsel ilişki konusunda dürtülerini bastıramıyor, bir şekilde bunu hallediyor. İkisi de İslam dininde aynı günah sınıfına giriyor. Fakat birey ve nefis, kendini “ihtiyaç” konusunda avutabiliyor. Maraz da intihar ve cinayet konusunda bir ikileme giriyor. Acıya daha fazla dayanamadığı için, intihar edip topyekün bu acıdan kurtulma yolu var. Fakat intiharın da Allah katında çok kesin bir hükmü var. İşte direkt bu tür bir yük ile Allah huzuruna çıkmayı göze alamadığı için, acılarını hafifletmek için cinayete bulaşmayı deniyor. Fakat, intihar kendini öldürmek ise, cinayet de başkasını öldürmek… Öyleyse bu durumda; kahramanımızda cihat, savaş fikri devreye girebiliyor. Romanda bu konuya hiç değinilmemiş ama yoruma açık.

 

Kahramanınız uğradığı adaletsizliklerle öfke biriktirerek ‘gerçek dünya’dan kopuyor.
Şizofreni edebiyatta ve sinemada baya bir klişe. Ama şizofreniye girmeden de bir insan gerçek hayattan kopabilir. Zihnin her daim sarhoş ve sersem olması, beynin hep trans içinde yaşaması… Örneğin, çok hayalperest bir insan, kulaklığı takarak, yolda yürürken yüksek sede goa trance, psychdelic vb müzikler dinlerse, kendini bambaşka bir boyutta görebilir. Kadri’ninki ilkgençlik yıllarında aşırı bunalım, uykusuzluk ve yalnızlık ile gelen bir kopukluk.

 

Romanınız, seri katillerle ilgili bir gerilim romanı olarak da okunabilir. Ama bunu yalınkat bir okuma serüveni olarak gören de fena yanılır. Bu merakı tatmin eden romanlarda olmadığı kadar derinlikli bir anlatımı var romanınızın. O romanlar felsefeyi, cinayetlerin eğlencesi yaparlar. Siz ise kahramanınızın kendisini kurma, yücelme hikayesini dert edinen bir metne erişiyorsunuz. Kitabın arka kapağında yazılan ‘polisiye kılığına girmiş psikolojik serüven’ ifadesi de çok doğru bu anlamda… Sizce bu romanı ‘sürükleyici’ kılan ne? Okurunuz neyin peşine düşsün istersiniz?
Eğer kitabı eline alan okur, kendi varlığının zayıflığının, insanoğlunun ne kadar basit ve aciz bir yaratık olduğunun farkına varmışsa, bu bir nebze olsun benim amacıma ulaşmamı sağlar. Felsefe kısmına gelince, VV felsefeye de karşı bir karakter. Varoluş problemi ve hayatın amacı gibi tartışmalar, felsefenin sığ ve sonuca bağlanmayan, bir çözüm vaadetmeyen önerileriyle çözülemez. Zaten insan doğasının zayıflığı, kusurlu anatomisi üzerine inşa edilmiş bunca hedef ve misyonların lüzumsuzluğu ile yozlaşmış bir toplum meydana gelmiş. Bu yüzden romanı sürükleyici kılan unsur, felsefe değil hikmettir.

 

Yine kitabınızı o klişe romanlarla karşılaştıran bir şey söyleyeceğim, izin verin: Kadri Maraz, tipik seri katil kahramanlar gibi, kadınlarla ilişkilerinde sorunlu bir adam. Ama en ‘insani’ ilişkisini de bir kadınla, bir hayat kadınıyla yaşıyor. Romanınızdaki hayat kadını, Kadri Maraz’ın kendini inşâ edebilmesinin bir aracı mıydı?
Kadri, bütün bir dünyanın kendisine karşı soyutlanmış olduğunu hissediyor. Özellikle kadınlar, kendisi için siber alem gibi. Bu yüzden normal bir insan ile ilişki kurup yürütebilmesinin imkansızlığı, zaten romanın başından sonuna kadar anlatılmış. Öyleyse Kadri’nin bir insana açılabilmesi ve onunla kontak kurması için ancak çok “genel” bir insan bulabilmesi gerekiyordu.

 

Seri katil hikayelerine baktığımızda çoğunun kişisel adaletinin peşinde olduğunu görürüz. Kurbanları bire bir değilse de mecazi olarak katilin göstermek istediği bir ‘intikam’ tablosunun parçalarına dönüşürler. Kadri Maraz da vicdani bir saikle kurbanlarını seçiyor ilk bakışta. Ama onun, – seri katil hikayelerinden bildiğimiz anlamda- öldüre öldüre adalet tesis etmek, intikam anıtı yaratmak gibi bir niyeti yok. Kadri Maraz, bir seri katil değil mi?
Zaten seri katil tipolojisine pek uymuyor. Belli bir nedenle ve kurbanlarını önceden seçerek seri bir şekilde öldürmek, geleneksel seri katil mizacına uymuyor. Hem ahlaki, hem de pragmatikte çok farklı biri. Profesyonellik ve yetenek olarak yabancıları, gerekçe ve sebep olarak ise yerli katilleri anımsatıyor.

 

Siz gerçek hayattaki ve sanattaki seri katil hikayelerine ilgi duyuyor musunuz? Hangi kahramanlar ya da hikâyeler sizi etkiledi?
Dusseldorf Vampiri namıyla bilinen Peter Kuerten’e saygı duyarım. Çünkü cinsel sapkınlıklara pek eğilimi olmadığını biliyorum, hayatını incelediğim kadarıyla… Ama ezici çoğunluğunun tecavüze, özellikle çocuklara ve hemcinslerine bu sapkınlıkları yaptığını gördükçe, seri katillik müessesesi midemi bulandırdı. O yüzden Türk seri katiller, yabancılara göre fevkalade namuslu. Ancak seri katiller, insan öldürmek dışında beni etkilemez. Amaçlarından çok sapıyorlar. Bunun yanı sıra, bir insanın sebepsiz yere, sırf canı istiyor diye tanımadığı, birbirleriyle alakasız ve zayıf insanları öldürmesi mantıksız.

Hikayelere gelince: Tabii ki ilk tanışmamız bu alandaki iki dehadan biri olan Agatha Christie. Agatha’nın ilk kitabını okuyuşum, bu romanı yazış sürecine denk geldi.

 

Romanınızın –bana göre- en büyük aksiyonu, Kadri Maraz’ın cinayetlerinden çok zihninin yarattığı kahramanlar. Zihnine yerleşip ona cinayet işleten, ama kendisini de ‘kurmasını’, ‘yaratmasını’ sağlayan Veli Ventura…
VV’yi çıkardığın zaman ortada hikaye diye bir şey kalmayacak. VV bir figüran gibi ama aslında romanın temeli o. Herkesin ruhuna girebiliyor. Manyetik bir güç. Bir psikopata, bir berbere, bir polis amirine bile eşlik edebilir.

 

Veli Ventura, Kadri Maraz’dan daha ‘politik’… Daha isyancı… Daha derin… Bırakıp gittiğinde ya da ‘ortadan kaybolduğunda’ bu özellikleri Kadri Maraz’a geçmiş miydi?
Bırakıp gittiğinde, kendisinin bir kopyasını Kadri’de bırakmıştı. Kadri, onun bir öğrencisiydi ve Veli “artık tamamdır” dediğinde ortadan kayboldu. Ama Kadri, Veli kadar acımasız, otoriter ve inançlı değildi. Bu yüzden naifliğine yenildi.

VV’nin politikliği de aslında politikaya olan alaycılığık ve küçümsemeden ibaret. Ona göre insan denen varlığın, ne politikaya, ne de felsefeye yetebilecek bir vücut kompleksi yok. Her şeyin sonuç olarak bedensel hazza odaklandığı bir sistemde VV, ne politikaya, ne de felsefeye inanmıyor.

 

“Ben kötü bir insan değilim, Sevil. Bütün bunları kötü ruhun esiri olarak yapmadım. Sınıf katmanlarının hâlâ var olduğu, elitist ve aristokrat tayfanın gettolarını duvarlarla çevirdiği, güneşi yeryüzüne indirsen dahi bir gün sınıf atlama ihtimalinin bulunmadığı, yolun eninde sonunda çıkmaza varacağı bir upuzun sokakta bir gün gerisin geriye döneceğini bile bile amaçsızca ve inançsızca yürüdüğüm bir serüvende, ruhumu esaretten kurtarmak isteyen üstadın, kurtarıcının emirlerine itaat ettim.” Kadri Maraz da, tüm insanlar gibi, kendini sevebilecek birine mi anlatıyor tüm hikayesini?
Kadri, kaderin cilvesi, kendisiyle konuşabilecek, dertleşebilecek tek insan olarak, vücudunu umuma sunan birini bulabiliyor. Yaptığı eylemlerin sadece kendisi tarafından bilinmesini egosuna yediremiyor ve “Bir orospudan şefkat ve arkadaşlık dilenen, toplum kaçkını, yerin ve göğün kabullenemediği” biri olarak, konuşabileceği, belki de kendisinin günahlarına ortak olabileceği yegane bir varlık olan hayat kadınına açılıyor. Kadri’yi en başından bir kadın sevebilseydi, hayatına Veli Ventura girmeyecekti. Kadri, hikayesini en başında bir kadına anlatabilseydi, Yücelme hikayesi yazılmayacaktı. İşin komik tarafı da şu ki; Yücelme hikayesi gerçekte de bu noktadan sonra bitiyor.

 

okuryazar.tv, Eylül 2013.

 

Share on FacebookTweet about this on TwitterShare on TumblrPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedInPrint this pageEmail this to someone