I. Deney

Doktor iki parmağı arasındaki ufak pembe hapı evirip çevirerek karşısındaki deneğe bir kez daha gösterdikten sonra, “Zaman yalnızca bir algı sorunudur,” dedi. Bir iki adım daha attı ve pencerenin önüne gelip durdu. Burnundan aşağı kaymış gözlüğünü orta parmağıyla düzeltti. Pencere camının ardındaki uçuruma takıldı gözleri. Boşlukla arasında hiçbir şey yoktu sanki. Belki de aksine her şey o aradaydı. Ancak bir süre geçtikten sonra toparlanabildi. Sağına dönüp karşısındakine tekrar gülümsedi.

“Gençken zaman bizden yanadır. Her ânın tadını doya doya çıkarırız, âdeta her saniye her salise elimizin altındadır. Ancak yaşımız ilerledikçe zaman algımız değişir ve zaman bize daha hızlı geçiyor gibi gelir. Günler, aylar, hatta yıllar bile yaşamın kargaşası ve koşturmacası içerisinde yanı başımızdan baş döndürücü bir hızla geçip bizi hiçbir işe yaramayan anılarla baş başa bırakırlar.”

Doktor, karşısındakinin bu edebî sözlere kayıtsız kaldığını görüp sesini yükseltti ve konuşurken odada volta atmaya devam etti.

“Bunun sebebi, beyindeki bazı nörokimyasal süreçlerdir. Sizi ayrıntılara boğmak istemiyorum. Ben ve araştırma ekibim, öncelikle bu süreci tersine çevirmek için yola çıktık. Tek amacımız, zaman algısının ilerleyen yaşla birlikte hızlanmasını engellemekti. Ancak araştırma devam ettikçe bu süreci geri döndürmekten daha da fazlasını yapabileceğimizi fark ettik. Önce zaman algısını normal bir insanınkinden iki kat yavaşlatmayı başardık. Deneklerimiz bir günü iki gün uzunluğunda algıladıklarını bildirdiler. Bu, o zaman için müthiş bir başarıydı. Şimdiki durumumuz düşünüldüğünde ise, sadece komik bir ilk adımdı. Giderek zaman algısını daha da yavaşlattık. Denekler önce bir günü bir hafta, sonra bir saati bir ay gibi deneyimlediklerini bildirdiler. Bunlar bize nedense yeterli gelmedi. Büyük bir azimle ve hırsla çalışmaya devam ettik. En sonunda o gün geldi çattı ve biz insanoğlunun zaman algısını neredeyse durdurabileceğimizin ayırdına vardık. Bir an bile bir sonsuzluk gibi gelecekti. Öyle bir noktaya ulaşmıştık ki insanları sonsuza kadar yaşatamasak bile sonsuza kadar yaşıyormuş gibi hissettirebilecektik. Ama ilacı piyasaya sürmeden önce yan etkilerini test etmemiz gerekiyordu, bunun için de deneklere ihtiyacımız vardı.”

Doktor başını çevirince, deneğin masasındaki Buda heykelciklerinden birini eline almış incelemekte olduğunu gördü ve kesik kesik öksürdü. Adam hemen toparlanarak elindekini masaya bıraktı ve arkasına yaslandı. Ancak hâlen huzursuz ve gergin bir tavrı vardı. Doktor bu adamın güvenini kazanamayacağını hissediyordu.

“Projede çalışan bazı bilim insanlarımız ilk denekler olmaya gönüllü oldular. Öyle ki, bu ilacı sanki en baştan beri kendileri için geliştiriyorlardı. İşte bu noktada küçük bir sorun yaşadık. İlacı denemeye razı olan arkadaşlarımız hayatlarını normal bir şekilde sürdürememeye başladılar, çünkü kısacık bir an bile onlara sonsuzluk gibi geliyordu. Bu durum, mutlu ve keyifli zamanlar için belki idealdi; fakat iş hastalıklara, ağrılara, acılara ve hüzünlere gelince durum çığırından çıkıyordu. Herhangi bir basit acı, keder veya pişmanlık bile devleşiyor, sürdükçe sürüyor, bir türlü geçip gitmek bilmiyordu. En sonunda denek olan arkadaşlarımızın hepsi dünyadan ellerini eteklerini çektiler. Sessiz, boş ve karanlık odalara çekilip duvarlara bakarak kendi içlerinde, kendi zihinlerinin hapsinde yaşamaya başladılar. Şunu üzülerek söylüyorum ki bazıları intiharı bile denedi.”

Doktor, oturduğu koltukta hareketlenen deneğe yukarıdan baktı. Denek kafasını kaldırınca, zoraki gülümsemesini yüzüne yerleştirip ona güven vermeyi, babacan tavrıyla onu sakinleştirmeyi denedi. Denek devam etmesini rica edince doktor başını sallayıp kaldığı yerden anlatmaya başladı tekrar:

“Doğrusu bunların hiçbirini öngörememiştik. Sonsuzluğun kötü olabileceği aklımızın ucundan bile geçmemişti. O zaman şunu kabul etmek zorunda kaldık: Bilincimiz esasında sonsuzluk için yaratılmamıştı. Bu bilinç, kesinlikle bir gün ölmek ve yok olmak için varlık bulmuştu. Mevcut bilinç ve belleğimizle sonsuza kadar yaşarsak kafamızda birikecek ve bizi mahvedecek acıları, pişmanlıkları, kederleri düşünmek bile zor geliyordu insana.”

Denek hak verircesine başını sallayıp önündeki bardaktan bir yudum su içti. Doktor deneğin hemen önüne geldi ve ona yukarıdan bakmamak için hafifçe çömeldi. “Artık etkisini göstermeye başlamış olmalı,” dedi. “Bir değişiklik hissediyor musunuz?”

“Sanki günlerdir bu sandalyede oturuyorum. Kelimeleriniz uzuyor. Cümleleriniz sünüyor ve hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor,” diye cevap verdi denek.

“Tamamdır,” dedi doktor. Doğruldu, ama yerinden hiç kımıldamadı. Sağ elini deneğe fark ettirmeden önlüğünün cebine götürdü.

“O zaman toparlayayım artık. Ekibimden geriye kalanlarla düşündük taşındık. En sonunda ilacı normal ve sağlıklı insanlar üzerinde değil, ölümcül bir hastalığa yakalanmış veya ölmekte olan insanlar üzerinde kullanmamız gerektiğine karar verdik. Ne var ki kazaen ve hızlı ölenlere biz yetişemiyorduk, hastalıktan ölenler ise çektikleri bedensel ve zihinsel acıların uzamasını istemedikleri için bizi her seferinde reddediyorlardı. Öyleyse deneklerimizi kendimiz öldürüp kendimiz sonsuza kadar yaşatacaktık.”

Denek bu sözü duyar duymaz fal taşı gibi açılmış gözlerle ayağa kalktı. Bir şeylerin yanlış olduğunu daha en baştan anlamış ama gözünü diktiği üç beş kuruş para yüzünden kararından dönmemişti. Şimdiyse her şey için çok geçti. Doktor, “İnanın, şunu tüm samimiyetimle söylüyorum: sonsuza kadar hoşça kalın,” dedi ve cebinden çıkardığı neşteri bir cerrah kesinliğiyle bir kerede deneğin tam kalbine saplayıverdi. Denek çırpınarak kanlar içinde yere yığıldı. Doktor hızla dizlerinin üstüne çökerek kulağını deneğin ağzına yaklaştırdı ve ölmeden önce ona bir şey söylemesini, bir anlık sonsuzluğu anlatmasını, hem ölmekte hem de hiç ölmeyecek olmanın garip çelişkisini açıklamasını bekledi. Ancak denek, hissettiği o korkunç acıya rağmen son ânını sonsuza dek susarak yaşadı.

 

II. İntihar

Doktor pencerenin önünde durmuş, dik dik aşağıya, aşağıdaki boşluğa bakıyordu. Deneğin suskunluğu, içinde usul usul yayılmaya devam ediyordu. Elini önlüğünün cebine götürünce, biraz önce deneğe gösterdiği hapa değdi parmakları. O da sonsuzluğu tatmak istiyordu. Pembe hapı cebinden çıkardı, hiç düşünmeden ağzına atıp kuru kuru yutuverdi. Bir süre hiçbir şey yapmadan ilacın etkisini göstermesini bekledi, sonra pencereyi açıp pervaza tırmandı. O sırada odaya giren asistan telaş içinde bağırarak pencereye koştuysa da yetişemedi. Doktor kendini boşluğa bırakmıştı bile.

 

III. İlaç

KULLANMA TALİMATI

INFINITEMP® draje

Ağızdan alınır.

• Etkin madde: Bir draje 50 mg opikronol ditedraflorür içerir.

Yardımcı maddeler: Kronosil 200, gliserin, laktoz, mısır nişastası, talk, demir oksit kırmızı 11554, şeker.

ou_1

Bu Kullanma Talimatında:

1. INFINITEMP nedir ve ne için kullanılır?

2. INFINITEMP’i kullanmadan önce dikkat edilmesi gerekenler

3. INFINITEMP nasıl kullanılır?

4. Olası yan etkiler nelerdir?

5. INFINITEMP’in saklanması

Başlıkları yer almaktadır.

1. INFINITEMP nedir ve ne için kullanılır?

INFINITEMP zaman algısını yavaşlatıcı özelliklere sahip bir ilaçtır. Bu ilaç beyninizdeki bazı kimyasal maddelerin etkisini değiştirerek etkili olur.

Her bir draje, 50 mg opikronol ditedraflorür içerir.

Ölüm ânına yakın, zaman algısını yavaşlatarak zihinde sonsuzluk hissi uyandırmak ve maddi-manevi bütün acıları bastırmak için kullanılır.    

2. INFINITEMP’i kullanmadan önce dikkat edilmesi gerekenler

ou_2

 

IV. Rapor

Doktor ne ilacı içti ne de pencereyi açtı. O, sonsuzluğu tatmak istemiyordu artık. Sonsuzca boşluğa düşmek istemiyordu. Kafatasının çatlamasını, bacak ve kaburga kemiklerinin kırılmasını, vücudunun her bir parçasının asfalta ve kaldırıma nokta nokta çarpmasını, bütün iç organlarının patlamasını sonsuz kere yaşamak, bitimsizce acı çekmek değildi isteği. O, sonsuzluğu satmak istiyordu. Bomboş ve dilsiz sonsuzluğu satarak sonlu hayatını tıka basa anlam, gürültü ve gülüşlerle doldurmak istiyordu. Masasının başına geçti, dolmakaleminin kapağını ağır ağır çevirerek açtı. İyice düşünüp taşındıktan sonra raporunun sonuna şöyle yazdı: “Denek, hemarojik şoka bağlı olarak eks olmadan hemen önce sonsuzlukta acı olmadığını açıkça belirtmiştir.” Cümleyi tekrar okudu ve bir anlık tereddütten sonra altına imzasını atıp arkasına yaslandı. O sırada denek hâlâ doktorun masasının önünde kanlar içinde yatmaktaydı. Sonsuzluk çoktan bitmişti, ama kan usul usul yayılmaya devam ediyordu.

Share on FacebookTweet about this on TwitterShare on TumblrPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedInPrint this pageEmail this to someone