“Sanıyorum amacıma ulaştım. O günden beri konuşamıyorum. Düşürdüğüm bardak bile kırılırken ses çıkarmıyor.”

Gandi haftada bir gün sessizlik orucuna girermiş. Sanırım Platon (ya da eski deyişle Eflatun) da bir saat sessizlik orucu tutarmış günde veya haftada, bilemiyorum. Yukarıdaki cümleyi söyleyen öykü kahramanı da başka bir sessizlik içine giriyor. Düzenli gürültü diyebileceğimiz müzik girdabına boğazına dek girmiş biri. İşte sihirli kelimemiz bu: Girdap

Ferhat Özkan’nın öykü kitabının gizli kahramanı bence bu girdaplar. Kitaptaki her karakter neredeyse kendilerini kuşatan bir girdabın içindeler (kimi çocuğunun kimi bedeni kaplayan bir tümörün kimi de sözcükler girdabının).  Sanki bu karakterlerden önce tüm uzuvlarıyla bu girdaplar, anaforlar yaratılmış; gerekli tüm öğeler öyküde –yani dünyada, yaşamda- yerini almış ve artık tevazuyla ve sessizce yutacakları karakteri beklemektedirler. Yazara kalan tek şey bu karakterleri, öykü kahramanlarını kulaklarından tutup –belki de yüzünde o trajedi yazarlarına özgü “gülümsemeyle”- bu girdapların, anaforların içine atmaktır.

İlginçtir, hem bu girdaplar hem de karakterler müthiş bir tevazu ve soğukkanlılık içindedir. Cellat ve kurban ilişkisinin en kibar, medeni şekli neredeyse. Acıklı bir olayı bile daha baştan sakin, kabullenmiş –hem karakterler hem de biz okurlar- bir şekilde karşılıyoruz. Kitaptaki tüm kahramanlar başlarına gelecekleri peşinen kabul etmiş; onlar da merakla sonlarını bekliyor gibidirler. Bu yüzden de yazar ne onları pek başkalarıyla konuşturuyor ne de biz onlarla konuşuyoruz. Sadece çoktan olmuş bitmiş öyküleri –ki bazıları gerçekçi bazıları fütürist hatta bilim kurgusal öyküler- adeta yazarın düş gücünün içinde onunla beraber seyrediyoruz. Bir üçüncü kişinin konuşmasına gerek yok. Kimsenin konuşmasına gerek yok. Logos, yani söz, yani sessizlik.

 

kitaponerisi.com

 

Share on FacebookTweet about this on TwitterShare on TumblrPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedInPrint this pageEmail this to someone