Söyleşi: Ferhat Özkan – Neslihan Elagöz

 

“Minik bir sorunun mükemmele tamamlanması için bulunulan ilk teşebbüsün ardından, her bir karakterin yuvarlandığı bir uçurum barındıran öyküler: Çarpmak üzere, masal denemeyecek kadar makul ama gerçek olamayacak kadar hayalî, kâbus olmaya yakın kayalar barındıran uçurumlar. O hiç uyamadığınız günlük ve haftalık programlarınıza uyunca nasıl olacağını görmek için, o hiç tamamıyla kontrol edemediğiniz durumlar tamamen kontrol edildiğinde nasıl olur görmek için okuyun. Yeni tarz bir kurgu, yeni bir yazınsal biçim görmek için… Takıntılarınız olduğunu sanıyorsanız, bir de buradan okuyun.”

Neslihan Elagöz’ü Egoist Okur için yazdığı Fernando Pessoa yazısıyla hatırlayabilirsiniz. Hani şu üç P’yi -Proust’u, Pessoa’yı ve Peyami Safa’yı- seven kız : ) Bu kez Ferhat Özkan’ın Logosoloji adlı öykü kitabını yazdı. Ama kitabı anlatmadı sadece, okurken ona nelerin yardım ettiğini anlatmayı da denedi. Mesela kitabın yayınlandığı yayınevinin manifestosu kararlı okur için epey aydınlatıcı olabilirdi. (Kitabı Raskol’un Baltası yayınladı.) Sonra hızını alamadı, okurken yaşadığı heyecanı bizzat yazarla da paylaşmak istedi ve böylece kitap yazısını sohbetle, röportajla harmanladı.

Tuhaf ama güzel oldu. Ben çok sevdim. Ve ilk fırsatta “tereddütlü yazar” Ferhat Özkan’ın Logosoloji’sini okumaya karar verdim. Umarım size de aynı etkiyi yapar… Buyurun okuyun, sonra konuşalım.

Gülenay Börekçi
 
Raskolun Baltası: Bu edebi deneyin bir parçası olmaya hazır mısınız?
 

 ferhatozkan

Yayınevinin manifestosu önsöz yerine geçer mi?

Neye benzediğine dair hiçbir fikrimin olmadığı, ama yakın zamanda şiddetle önerildiğini anımsadığım için sorgusuzca okumaya başlayacağım bir kitabı tutuyorum elimde.

“Yüksek edebiyatın alçaklığı”na karşı duran bir oluşummuş buna vesile olan. Kitabın künyesinden evvel ilk sayfadaki mini manifestoya uğradığımda öğrendiğim şeydi bu. Yazıya ve edebiyata dair her şeyin kaydığı bir devirde tutulmuş gayet hoş gözüken bir yolu tarif ediyor gibiler. Çağımız hakkında kişisel patlamalar, sahicilik ve anlatının güncelini arıyorlar. “Yeni yazar”a karşı olabildiğince yüce gönüllü bir tutumla tereddütlü yazarı cesaretlendiren potansiyel bir dizi Raskol’un Baltası. İlk defa arka kapağın değil, ön-iç kapağın rehberliğine tabi oluyorum okuma öncesi.

Beklentimi epeyce yukarılara taşıyarak şekillendiren bu manifesto oluyor.

 

Logosoloji

Öykü koymuşlar içindekilerin adını. Fakat ben anlatı oldukları inanışıyla okumaya başlıyorum. Birazdan şaşkınlık yanıma yaklaşacak ve kitap bitene kadar oradan ayrılmayacak.

Günümüz kovalamacası:

Yazınsal, görsel veya işitsel; herhangi bir estetik kaygıya sahipsiniz. Okuduklarınızın karşısına yaşadıklarınız gelince kafa karışıklığına düşüyor, yapmak istediklerinizin yanına yaptıklarınız gelince hayal kırıklığı yaşıyor, geçen zamanı ölçtüğünüzde ürküyorsunuz. Bence okumak ve yazmakla ilgilenen pek çok kişinin içi kendi kaygılarıyla dolu.

Ferhat Özkan’ın kitabındaki karakterler edebi, şairane ya da düşünsel düzlemde takıntıları olan ve bu takıntılardan hareketle aşırı bir dikkatle hayatlarını istedikleri hale sokmaya çalışan insanlar. Yani bu kitap da, ideal olanın peşinden koşarken aklın almayacağı tersliklerle boğuşmalar, olduramamalar, bir yanı hep açıkta kalmalarla dolu. Kitabın çıktığı dizi bana güncelliği vadetmiş, fakat bu kadarını hayal ettirememişti. Logosoloji, herkesi aynı şekilde düşündürür mü bilemem ama, müzikle, dille, edebiyatla, formla en ufak bir bağı olmuş herkesi yoğun bir düşünme seansına alacak, hap gibi hikayelerden oluşuyor. Dünün kitabı olmaktan uzak bu kitabı zaten ancak bugünün ve yarının insanı anlayabilirdi.

Minik bir sorunun mükemmele tamamlanması için bulunulan ilk teşebbüsün ardından, her bir karakterin yuvarlandığı bir uçurum barındıran öyküler: Çarpmak üzere, masal denemeyecek kadar makul ama gerçek olamayacak kadar hayalî, kabus olmaya yakın kayalar barındıran uçurumlar. O hiç uyamadığınız günlük ve haftalık programlarınıza uyunca nasıl olacağını görmek için, o hiç tamamıyla kontrol edemediğiniz durumlar tamamen kontrol edildiğinde nasıl olur görmek için okuyun. Yeni tarz bir kurgu, yeni bir yazınsal biçim görmek için… Takıntılarınız olduğunu sanıyorsanız, bir de buradan okuyun.

Ve bir kitap yazısının sohbete dönüştüğü an

Ben okurken, yazarının öyle mühim bir şeye inatla demirlediğini gördüm ki tekil heyecanımı bir sohbete dönüştürmek istedim ve sordum:

 

Kitabınızın çıktığı yayınevinin kendi yolunu tanımlayışı heyecan verici. Keza sizin bir yazar olarak bu tarifle olan şaşırtıcı uyumunuz. Yazım sürecinde bir etkileşim var mıydı aranızda veya böyle bir girişimde bulunmanız üstünde bir etki? Yoksa metniniz bu güzel tarife tesadüfen mi uydu?

Tamamen tesadüf, eğer buna “tesadüf” diyebilirsek. Kitap daha önce başka bir yayınevinden çıkacaktı, olmadı, arada birkaç red daha yedim. Raskol’un Baltası’nın ilk kitaplarını çıkardığını görünce, dosyayı kitaplarda da görülebilecek mail adresine yolladım. Ahmet Güntan’ın dosyayı okuyacak olması beni heyecanlandırmıştı, çünkü onun şiirleri ve özellikle Parçalı Ham [Taşıyıcı Monolog]’u sadece yazdıklarımı değil, edebiyat hakkındaki düşüncelerimi de çok etkilemiş hatta beni cesaretlendirmişti. Şimdi, bu dediğiniz, kitap ve yayınevi uyumunu görünce kaderin nasıl da dolambaçlı yolları olduğunu ve bazen zamanın işleri nasıl da yoluna koyduğunu düşünüyorum. Kitaptan sonra “etkileşim”e bir de “iletişim”i ekleyince ve bu ailenin diğer üyelerini de tanıyınca sadece edebi anlamda değil, insani olarak da ne kadar doğru bir yerde olduğumu gördüm.

 

Yazacağınız şeyle ilgili ne gibi hayalleriniz vardı öncesinde? Nasıl olması gerektiğini düşünüyordunuz? Bütünlüğü olan bir metin ortaya çıkana kadarki süreç nasıl geçti? Böyle sorular sormak gizli tarifi öğrenmeye yönelik yersiz bir çaba gibi mi görülür yoksa?

Çok zor bir soru… Hayaller, düşündüklerimiz, o süreç, tüm bunlar çok uzun bir zamanı kapsıyor ve o süre içinde bunların hepsi çok tuhaf haller alabiliyor. Ama nasıl yazdıklarımın olması/olmaması gerektiğine dair şunlar bir tür önkabul gibiydi benim için: Bir zamanlar ne de âşık olduğumuzu, hani çocukken halamızın evinde geçirdiğimiz o yaz tatilini, limonataları, lavantaları falan anlatmayacaktım. Ama ne anlatırsam anlatayım, insanı ve insani olanı ıskalamayacaktım. İdeolojik acıların arabeskleştirilerek anlatılmasından haz etmiyordum. Pırıl pırıl ambalajlı “yenilik”lerden hoşlanmıyordum. Diğer taraftan, insanların yerelleştirilmeye çalışılmış, yapay diyaloglardan oluşan öyküleri nasıl sonuna kadar okuyabildiklerini, daha doğrusu nasıl yazdıklarını hâlâ anlayamıyorum. Zaten bir Sait Faik varken, bir “Sait Fake” neden okunur veya olunur? Geleneğin zenginliğinden beslenen, yapamasa bile en azından yazınsal buluş peşinde giden, algılarımızı zenginleştirecek, belki bozacak şeyler yazmak istiyordum. Logosoloji’de yapmak istediklerimin ne kadarını yaptım veya ne kadar iyi yapabildim bilmiyorum. Bunlar sadece benim kişisel, yazarken hep aklımın bir tarafında duran düşünceler… Bu kabaca anlattığım düşüncelerimi daha kapsamlı ve içi dolu bir şekilde görmek içinse, Hikmet Temel Akarsu’nun Türk Öyküsünün Kanonik Öyküsü makalesi okunabilir, ki bence Türk öykücülüğü üzerine yazılmış en önemli yazılardan birisidir herhalde. Okuduğumda, iyi bir kitap okumuş kadar mutlu olmuştum.

 

Çirkinliğe bakmamakta ısrar etmek, duyduklarım üstünde hâkimiyetim olmadığı için kahrolmak, belli zamanlarda havayı solumak istemediğimde nefesi içime çekmemekte inat ederek boğulmaya yaklaşmak, kaliteli bir yazı masam olmadığı için yazamadığıma inanıp mızırdanmak gibi alışkanlıklarım olduğundan önemli oldu bu kitap benim için. Öyle olduğunu umarak soruyorum, biraz olsun sizin de takıntılarınızla benzeşiyor mu bunlar? Kısaca sizde durum nedir?

Kaliteli bir yazı masam olmadığı için hiç hayıflanmadım, ama algılamanın kalitesi, biçimi, farklılıkları her zaman kişisel bir mesele oldu benim için.

 

Ortaya çıkan bu kitabın tıkalı bir noktayı açtığını söyleyebilir misiniz? Bu kitapla birlikte yazma eyleminizde aradan çıkardığınız şey ne oldu?

Evet, tabii ki açtı. En azından yazdıklarımın karşılık bulabildiğini gördüm. Güzel, rahatlatıcı ve özgüven veren bir his bu.

 

Biraz gizemli bir anlatıcı olabilirim sizi ve kitabınızı takdimimde ve insanlar bu kitabın içinde ne olduğuna dair hiçbir şey anlamamış olabilirler benim yüzümden. Bana yardım etmek ister misiniz? Ne var bunun içinde?

Bence kitabı dikkatle okuyan birinin, gayet açık bir sunuşu… Çok teşekkür ederim. Çok güzel, hatta belki “fazla” güzel… Ve madem bu soru soruldu, bir düzeltme yapmak isterim: “Yeni tarz bir kurgu, yeni bir yazınsal biçim”, yazdıklarımı tanımlamak için fazla iyimser ve iddialı. Bunu olduğu gibi kabul etmek veya hiçbir şey söylemeyerek onaylamak için biraz kendini bilmez olmam gerekir… Öyle biri değilim, en azından olmak istemem.

 

Egoist Okur, Ağustos 2013.

 

 

 

Share on FacebookTweet about this on TwitterShare on TumblrPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedInPrint this pageEmail this to someone