Kelebek denen kesici aletin isminin nereden geldiğini Mazlum denen bir sığırın elinde bana saplanmak üzere havalanırken öğrendim. Mazlum gerçek bir sığırdı. Kelebek de gerçek bir kelebek. Kanatları şakarak dönüyor, havada çeşitli şekiller çizdikten sonra tamamıyla kapanıyor, ardından tekrar kanatlanıp havalanıyordu. Tüm bunlar çok kısa bir sürede gerçekleşse de yaşadığım şok, uçuş hareketinin ayrıntılarını keşfetmemi sağlıyordu. Mazlum kelebeği vücuduma kondurmaktan çekinmeyecek gibi duruyordu, en azından korkutma amaçlı bir dokunuş yapmaktan… Kara kuru, kısa boylu bir tipti. Neredeyse yarım kadar. Sallayıp durduğu kelebeğin uçuşu karşısında düştüğüm hayretle, yiyeceğim dayağın korkusu birbirine karışmıştı. Kalabalıktılar. Klasik bir on kişiye karşı tek kişi hikâyesinin ortasına düşmüştüm. Mazlum “kardeşime vurdun!” diyordu. Arkasındaki kalabalık hep bir ağızdan şahit olduklarını bağırıyordu. Beni dövmek için Mazlum’un şahide ihtiyacı yoktu. Sadece oyundan keyif alıyordu. Yalancı şahitlerinin çokluğuna karşı doğruyu söyleyen tek kişiyi alt etmek istiyordu o. Kardeşine vurmamıştım ve bu zevki ona tattırmak istemiyordum. Kelebek uçuyordu. Yanımızdan geçen kamyonetin çıkardığı gürültünün dikkat dağıtıcı etkisine sığınarak koşmaya başladım. Arkama bakmıyor, sadece koşuyordum. Bir süre yokuş çıktıktan sonra düzlüğe ulaştım. Artık sıkı bir depara kalkabilirdim. Bir saniyeliğine de olsa arkama dönüp baktım. Mazlum koşu sırasında da en öndeydi. Koşarken kelebeği uçurmayı ihmal etmiyordu. Sanki arkasındaki kalabalık koşma gayretini kelebeğin uçuşundan alıyordu. Daha hızlı koştum.

Bulduğum ilk insana sarılmıştım. Kadın, evinin önünde çiçeklerini suluyordu. Çiçek suladığını gördüğüm an kurtarıcımdan emin olmuştum. Doğrudan konuya girdim, “Ablacım bunlar beni kesecek, sakla beni!” Kadın için kalabalık olan serseri olandı. “Ben biliyorum onları,” dedi, “sen geç içeriye.”

Hızla içeri dalıp kapıyı kapattım. Demir kapının tok sesi güven vermişti. Japon 3 sesi geliyordu. Holü takip edip sesin kaynağına ulaştım. Çocuğun biri Playstation oynuyordu. Japon 3’ün sürat rekoru kıran futbolcularına odaklanmış suratı bir an bana dönüp “Merhaba” dedi. Daha önce Mazlum’un kelebeğinden kaçıp evine dalan kaç kişi vardı bilmiyordum ama rahatlığı beni de rahatlatmıştı. “Merhaba” diye yanıtladım. “Samet ben, oynar mısın?” dedi. Yanına çöküp diğer joystiği aldım. Samet’i daha önce buralarda görmemiştim. Bu pek normal sayılmazdı. Mahallede tüm çocuklar birbirini tanırdı. En azından sima olarak. Liverpool’u seçtim. Samet Manchester’ı. Manchester denilince aklıma gelen tek Manchester’ı. Ferguson’un Manchester’ını.

Maç çekişmeliydi, nihayetinde Samet kazandı. Annesi içeri girip “hadi bırakın artık” dedi. Kurabiye getirmişti.

“Seninkiler dışarıda dizildi bekliyor, gidecek gibi görünmüyorlar.”

Perdeyi hafiften aralayıp dışarı göz attım. Evin karşı tarafında yan yana, duvara yaslanmış bekliyorlardı. Dışarı çıktığın an burada olacağız duruşu vardı bekleyişlerinde tam olarak. Çıkmayacaktım. Kurabiyelere doğru ilerleyip oturdum. Samet’in annesi de yanımıza oturmuş, eline bir örgü almıştı. Akşam olmak üzereydi.

“Az sonra abisi gelir” dedi Samet’in annesi, “şimdilik bunlarla nefsinizi köreltin, yemeği kurarım abisi gelince. Murat onların hakkından gelir. Sen de rahat rahat evine gidersin, annen merak etmiştir.”

Kurtarıcımın Samet’in abisi Murat olduğunu anlamıştım. Tek yapmam gereken Playstation karşısında iyi anlaştığım yeni arkadaşım Samet’le vakit geçirip kurabiyelerimi tüketmekti. Tok kapı sesinin verdiği güvenin ardında kelebekten korkmuyordum. Murat geldiğinde işler çözülecekti…

Çok da sürmedi gelmesi. Yaşı dışarıdaki kalabalığın sözüne karşı çıkamayacağı kadar geçkindi. İşler tıkırında ilerliyordu. Kaçışım kusursuz olacaktı. Ama önce yemek yemem gerekiyordu. Samet’in annesi, Samet’in abisine evdeki yeni çocuğun neden evde olduğunu anlattıktan sonra sofrayı kurmaya başlamıştı. Ellerimi yıkadıktan sonra holde bulduğum terlikleri ayaklarıma geçirip tabak taşımaya yardım ettim ben de. Bu hareketim Samet’in annesinin çok hoşuna gitti.

Ispanak vardı yemekte. Çok sevmezdim ama bana yaptıkları bunca iyilikten sonra sundukları yemeği geri çeviremezdim. Yoğurttan dilediğim kadar alıp alamayacağımı sordum. Dilediğim kadar alabilirdim. Yoğurda buladığım ıspanağımı afiyetle yedim.

Samet çıkmadan bir el daha oynamak istedi. Tekrar geleceğimi söyleyerek kapıya yöneldim. Plana göre önce Samet’in abisi dışarı çıkıp çocukları dağılmaya ikna edecek, ardından ben hızla evime doğru topuklayacaktım.

Samet’in abisi çıkmış Mazlum’la konuşuyordu. Demir kapının arkasından sesleri parça parça duyuyordum.

“Hepiniz aynı mahallenin çocuğusunuz, niye böyle yapıyorsunuz?” “Kardeşimi dövdü abi” “Kardeşimize vurdu, biz de ona vuracağız.”

Bu işin bir yere varacağı yoktu. İkna olmuş numarası yapıp dağıldıktan sonra yolumun üzerinde bir yerlere saklanmaları benim için daha tehlikeli olabilirdi. Demir kapıyı hafif aralayıp ev ile yol arasındaki ufak bahçede sürünmeye başladım. Yüzüstü yerde sürünürken Samet’in abisinin uzun boyunu görebiliyordum. Üstüm başım çamur olmuştu, annem beni mahvedecekti ama bu saatten sonra bunu düşünemezdim. Bahçenin yolla birleştiği sınıra kadar süründüm. Samet’in annesinin suladığı çiçekler beni gizliyordu. Mazlum hâlâ dayağı ne denli hak ettiğimden bahsedip arkasındakilerin şahitliğinin keyfini sürüyordu.

Birden fırlayıp koşmaya başladım. Uyanmaları zaman aldı ve bu zaman beni toparlanıp yakalayamayacakları kadar ileriye atmıştı bile. Artık yakalanmayacağımdan emindim. Sadece arkama bakmadan koşmam gerekiyordu. Sarı Murat’ın evinin önünden geçerken şimdi burada olsa beni durdurmak için kafama elinden düşürmediği zinciri fırlatırdı diye düşündüm. Burada değildi. Mazlum’un kelebeğinden güç alan kalabalıkla birlikte beni yakalamak için koşturmakla meşguldü.

Sokağıma varınca rahatladım. Burası güvenli bölgeydi. Sokağın sonundaki cephanelik denilen eski cephane, ormanlık bölgeye karanlık çökmüştü, ağaç siluetlerinin tepeleri hafif rüzgârla birlikte sağa sola savruluyordu.

Evin önünde bir süre annemin aklına yatkın bir açıklama düşündüm. Düşünmekten yorulduğumda kapıyı çaldım. Annem beni görür görmez hikâyeyi anlamış gibi baktı ve orada beklememi söyledi. Ne yapacağımı biliyordum. Tüm kıyafetlerimi çıkarıp kirli sepetine götürülmek üzere annemin getirdiği poşete doldurdum. Annem, evin herhangi bir tarafına temas ettirmeden doğrudan banyoya bırakmak için havaya kaldırdı beni.

Banyoya çıplak uçuşum sırasında aklımda sadece kelebeğin uçuşu vardı.

Share on FacebookTweet about this on TwitterShare on TumblrPin on PinterestShare on Google+Share on LinkedInPrint this pageEmail this to someone